Milliyet Yazı Dizisi - Vatanından Uzakta


Bugüne kadar Türkiye’nin karşılaştığı en büyük mülteci krizinde devlet imkânlarının çok büyük bir kısmı 10 ildeki 22 kampta yaşayan Suriyeli mülteciler için kullanılıyor. Kentlerde yaşayan yarım milyon mültecinin hayata tutunmasında ise en büyük destek sivil toplum örgütlerinden geliyor.

Sivil toplum örgütleri (STÖ), devletin ve uluslararası kuruluşların boş bıraktıkları alanı onlar doldurmaya çalışıyor. Adlarından kimse pek bahsetmese de söz konusu kuruluşlar buradalar. Büyük fedakârlıklarla mağdurların hayatında değişiklikler yaratmaya çalışıyorlar. Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis’te daha çok inanca dayalı STÖ’ler kamp dışında yaşayan mültecilere yardım konusunda aktif faaliyet gösteriyorlar. Hak savunucusu olan STÖ’ler ise savunuculuk, raporlama, izleme ve farkındalık faaliyetleri yürütüyorlar. İnanç temelli olmayan yardım kuruluşları arasında da bölgede olağanüstü yardım çabaları gösterenler var. Olması gerekenden çok daha az sayıda uluslararası sivil toplum örgütü de acil gıda yardımının dışında kendi ihtisas alanlarında ihtiyaç sahiplerinin dertlerine çare bulmaya çalışıyor. Ayrıca, Suriyelilerin kurduğu sivil toplum oluşumları da bölgede faal. İşte STÖ’lerin yaptıklarına birkaç örnek.
Kriz uzadıkça yardım azalıyor
Şanlıurfa’daki 60 kadar  sendika ve diğer örgütlerin temsilcileri, 2012’de biraraya gelerek “Şanlıurfa STÖ İnsani Yardım Platformu”nu oluşturmuşlar. Platform Valilik ile yakın işbirliği yapıyor. Evsiz ya da yardıma muhtaç Suriyelilerin tespitine çalışıyor. eğitim-Bir-Sen’den İbrahim Çoşkun, faaliyetlerden bahsederken kaynak ve bağış bulma çabalarının altını çiziyor. İşadamlarından destek istediklerini, ayrıca Ankara, Istanbul, Kayseri Büyükşehir Belediyeleri ile temasa geçerek patates, soğan, un, mercimek gibi temel gıda maddelerini temin ettiklerini anlatıyor. Osman Gerem, yurtdışından da yardım temin ettiklerini söylüyor. Gerem, kriz uzadıkça yardım miktarının azaldığını da vurguluyor.
STÖ’lerin yardımlarının büyük bölümü, sınırın Suriye tarafındaki yerinden edilmiş insanlara yollanıyor.  Gerem, 2012’den bu yana toplam 120 TIR dolusu insani yardım malzemesinin Suriye sınır ötesine gönderildiğini söyledi. Kenttekilere yapılan yardımı ise 50 TIR hacminde.
Şanlıurfa belediye Meclisi Üyesi Yusuf Mert, yardımların asıl hedefinin sınır ötesi olduğunu söylüyor. Bu yardımlar sayesinde Türkiye’ye gelişlerin yavaşlayacağına inanıyor.
Müzik ve bilgisayar dersi
Gıda malzemeleri yardımına ilave olarak 2012-2013 arasında, Kilis’te yaşayan 2,600 aileye 250’şer TL nakit yardım yapmışlar. Bu yardımın kaynağı Catholic Relief Services.  IBC, Kiliste üç adet Çocuk Psikolojik Destek Merkezi kurmuş. Burada 1.600 çocuğa Suriyeli hocalar ile müzik, bilgisayar ve resim dersleri verilmekte.
IBC, 1.350 çocuğun okuduğu okulun yakıt, elektrik, temizlik giderlerini, Alman Maltezer’in sağladığı fonlarla karşılıyor ve Suriyeli öğretmenlerin maaşlarını ödüyor.
IBC-Maltezer işbirliği ile kurulan 32 yataklı konteyner Hastane ile Kilis Devlet Hastanesi’nin yükü hafifletiliyor. Burada Suriyeli doktorlar ve sağlık personeli hasta ve yaralıların tedavi ve bakımlarını sürdürüyorlar. Konteyner hastanenin bir benzeri de kent çıkışındaki barınma merkezinde de kurulmuş. IBC ve Maltezer ortaklığı kampa yemek de sağlıyor. İnanç temelli olmayan STÖ’lerin de kentlerdeki mültecilere yönelik çabaları mevcut. Bu çabalar daha çok araştırma ve rapor niteliğinde. Özellikle düşünce kuruluşu niteliğindeki STÖ’ler, ciddi raporlarla tarihe not düşüyorlar. Ankara merkezli USAK bu kuruluşlardan biri. USAK, ABD’nin ünlü düşünce kuruluşu Brookings Ins. ile ortak bir rapor yayınladı. Hayata Destek adlı STÖ de 900 kadar mülteci ile yaptığı ankete dayalı bir rapor hazırladı.
Suriye’den İstanbul’a Gelen Sığınmacıları İzleme Platformu adı altında biraraya gelen STÖ’ler de yakın bir geçmişte, ankete dayalı bir rapor yayınladı. Kilis’te, toplum Önderi durumundaki kişilerin oluşturduğu Ortak Akıl Platformu, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve diğer yetkililere sundukları raporları ile farkındalık yaratmaya çalıştılar.
Hayata Destek Vakfı  Hatay, Kilis ve Şanlıurfa’da kamp dışındaki mülteciler için gıda, hijyen ve kışa hazırlık yardım paketleri dağıtmaya devam ediyor.
Ali Aslan Özaslan, Eğitim ve Gençlik Derneği Gaziantep Sorumlusu. Dernek, AB üyesi ülkelerden gençleri kente getiriyor. Bu gençler mülteci krizi ile beraber kamplarda bazı etkinlikler yürütmüşler.  


Çalışma izni sorunu
Uluslararası STÖ’ler, hükümetten çalışma izni almak zorundalar. Bu çok ağır işleyen bir süreç. Danimarka Mülteci Konseyi (Danish Refugee Council), International Medical Corps (IMC),  Mercy Corps, GOAL, Internatıonal Rescue Committee, CARE (Cooperative for Assistanbce and Relief Everywhere), Save the Children International izin alabilenler.
Amerikan Mercy Corps örgütü, Ürdün, Lübnan, Irak ve Türkiye’deki milyonlarca Süriyeli mültecinin önemli ihtiyaçlarını karşılamaya çalışıyor. Özellikle aşırı şiddetle karşılaşan çocuklar, yaşadıkları büyük korkuların etkisinden günlük yaşamlarında kurtulamıyorlar.  
International Medical Corps da, Conrad N. Hilton Vakfından sağladığı 750,000 Dolarlık  fonla Türkiye’deki Suriyeli mültecilere sağlık ve eğitim hizmetleri sunuyor. Danimarka Mülteci Konseyi Hatay ve Şanlıurfa’da faaliyet gösteriyor. Travma sonrası eğitimleri veriyor.
Mültecilere yardım etmeye çalışan STÖ’lerin bir bölümü de Suriye menşeili.  Örneğin Assistance Coordination Unit (ACU) Suriye’deki aktivist gençlere çeşitli eğitimler veriyor.  Özellikle kadın çalışmalarında etkinler. Suriye Ulusal Koalisyonu Gaziantep Temsilciliği de bu çerçevede etkin bir kuruluş.

25 kişiyle tek odada yaşam

Kamp dışında yaşayanların en büyük sorunu kira. Üç, dört aile bir evde kalıyor. 25 kişinin bir odada kaldığı durumlara da rastlanıyor.
Platform yetkilileri, valiliğin eşgüdümünde bir okul açıldığını, Suriyeli öğretmenlerin ders verdiğini söyledi. Ancak ev ziyareti yaptığımız ailelerin bir bölümü bundan habersiz. Ayrıca çıplak ayaklarıyla taş avlularda dolaşan çoçukların durumu da gösteriyor ki eğitim, aileler için bir öncelik değil henüz.
MAZLUMDER, insan hakları odaklı bir örgüt olmasına rağmen, Gaziantep şubesi yetkililerinin çabasıyla kentte bir yardım örgütü olarak da çalışıyor. Genel Yönetim Kurulu Üyesi Abdürrahim Çelik, “Kentteki en büyük sorun insani yardımın ulaştırılması” diyor. Ellerini “taşın altına koymak” zorunda kaldıklarını belirtiyor. Mültecilerin çoğunlukla kenar mahallelere yerleştiklerini, çok zor koşullarda yaşadıklarını, en büyük ihtiyaçlarının başlarını sokacak bir dükkan, bir ambar veya branda bezi olduğunu sözlerine ekliyor. Verdiği bilgiye göre Gaziantep’te de bir iki  odayı üç aile paylaşıyor. Çelik, kentte yaşayanların sayısının birden bire artması üzerine, Güzelvadi ve Dumlupınar mahallelerini pilot bölge olarak belirlediklerini söylüyor. 2012 ortasından itibaren yaklaşık 400-500 aile tespit etmişler. Bu ailelere destek veriyorlar. “Ama” diyor, “devletten bir destek yok. Kendi imkanlarımızla yardım toplayıp dağıtıyoruz”.  

Kardeş aile projesi

MAZLUMDER Genel Yönetim Kurulu Üyesi Mehmet Alkış da, istenirse 1.5 milyon nüfuslu kentte mültecilere önemli destek sağlanabileceğini vurguluyor. Bu amaçla ekonomik durumu iyi ailelerin birer mülteci ailesine destek çıkacakları ‘kardeş aile projesi’ önerdiklerini anlatıyor.
İnsan Hakları Derneği (İHD) Gaziantep Şubesi Başkanı Avukat Hasan Önder Suğlu, İHD’nin bir insan hakları örgütü olarak bu krizin içinde olduğunu belirtiyor. İHD, yardım faaliyetlerinin ayrımcılık yapılmadan ve siyasi niyetler dikkate alınmaksızın dağıtılıp dağıtılmadığını izlemek görevini üstlenmiş. İHD ayrıca, Nusaybin sınır bölgesine duvar örülmesi girişimini sendikalar ve bazı siyasi partilerle birlikte protesto etti..
İnsan hakları alanında çalışan STÖ’lerden Helsinki Yurttaşlar Derneği de Kilis’te Suriyeli mülteciler için faaliyet gösteriyor. Helsinki Yurttaşlar Derneği, ünlü Sınır Tanımayan Doktorlar örgütü ile birlikte birinci basamak tedavi ve Akıl Sağlığı Destek Programları uyguluyor.
Suriyeli mülteciler için ciddi çabalar sarfeden sivil toplum kuruluşlarından birisi de Uluslararası Mavi Hilal Vakfı (IBC). Vakfın Başkan Yardımcısı Muzaffer Baca, 2011 baharından bu yana önce Hatay sonra Kilis’teki mültecilere gıda malzemesi, hijyenik malzemeler ve çocukların ihtiyaç duydukları yardım malzemelerini paketler halinde ve Kızılay kanalıyla kamplara ulaştırdıklarını söylüyor.

Vatanından Uzakta - Varız ama yetmiyoruz!

Suriyeli mülteci sorunu sadece Türkiye’de yaşanan bir durum değil. Suriye’ye komşu ülkelerden Ürdün, Lübnan ve Irak ile Mısır’da da aynı sorunlar yaşanıyor. Mültecilerin bu ülkelerin sınırları içinde hızla çok geniş bir coğrafyaya yayılmaları, kayıt olmalarına ve zorla geri gönderilme olasılığına karşı uluslararası korunmadan yararlanmalarına engel oluyor

Bu dizinin ilk iki bölümümde Türkiye’de kamp dışında yaşayan yüzbinlerce Suriyelinin içinde bulundukları son derece zor koşulları, Şanlıurfa, Gaziantep ve Kilis’te yaptığımız ev ziyaretlerinden edindiğimiz gözlemlerle ve bize anlatılardan ve okuduğumuz raporlardan hareketle dile getirmeye çalıştık. Bu kişilere devletin uzattığı elin, kamplarda yaşayanlara oranla yetersiz kaldığını vurgulamaya çalıştık. Aslında bu sadece Türkiye’de yaşanan bir durum değil. Suriye’ye komşu ülkelerden Ürdün, Lübnan ve Irak ile Mısır’da da aynı sorunlar yaşanıyor. Mültecilerin, bu ülkelerin sınırları içinde hızla çok geniş bir coğrafyaya yayılmaları, kayıt olmalarına, zorla geri gönderilme olasılığına karşı uluslararası korunmadan yararlanmalarına ve temel ihtiyaçlarının karşılanmasına engel oluyor.
Ortaya çıkan hizmet ve yardım boşluğunu, genellikle gönüllü kuruluşlar doldurmaya çalışılıyor. Bu çalışmalara çok kısa bir gezide tanık olduk. Ulusal, yerel, uluslararası ve Suriyeli sivil toplum kuruluşları kendi ihtisas alanlarında yararlı olmaya, mültecilerin hayatında olumlu gelişmeler sağlamaya büyük çaba sarfediyorlar. Ama bu çabalar şu an itibarıyle okyanusta birer damla olmaktan öteye gitmiyor. Neden?
Başta şunun altının çizilmesi gerekiyor. Sivil toplum örgütleri hiçbir zaman devletlerin ya da uluslararası kuruluşların imkanlarına sahip olamazlar. Ama acaba bu çabalar daha verimli olamaz mı? Belli düzenlemelerin yapılmaması durumunda kamp dışında yaşayan Suriyelilerin koşullarının giderek kötüleşeceği görülüyor. Ağır koşullar nedeniyle belki giderek daha fazla Suriyeli, yaşamlarını tehlikeye atacak ve son bir ayda Bandırna ve Çeşme açıklarında yaşanan deniz facialarında olduğu gibi, boğulma tehlikesine rağmen, Yunanistan’a kaçmaya çalışacak. Çünkü...

Mevzuat boşluğu
Türkiye 1951 tarihli Mültecilerin Statüsü’ne ilişkin Cenevre Sözleşmesi’ne hâlâ coğrafi kısıtlama ile taraf. 12 Nisan 2013’te Resmi gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ülkenin ilk iltica yasası olan Yabancılar ve Uluslararası Koruma Yasası, kitle göçlerini ya ihmal etmiş ya da bilinçli olarak tamamen yürütme organlarının politik tercihlerine bırakmış. Yasanın 91. maddesi, kitle halinde bir mülteci göçü durumunda, Türkiye’nin “geçici koruma sağlayabileceğini” bununla ilgili tüm düzenlemelerin Bakanlar Kurulu tarafından yapılacağını hükme bağlıyor. Yasa geçici koruma kavramını Avrupa Birliği’nin 2001 tarihli Geçici Koruma yönergesinden ithal etti. Ama AB Yönergesi’ndeki hiçbir detay yasada bulunmuyor.

Hayatları risk altında
Mültecilere, bireysel sığınmaya başvurma hakkı tanınmıyor. Geçici korumanın bir zaman sınırlaması yok. Geçici koruma altındaki mültecilere sağlanacak haklardan yasada bahsedilmiyor. Kriz sürerken ve eğer günün birinde biterse, geri dönüşler nasıl gerçekleşecek. Suriyelilerin her iki durumda da en az birkaç yıl daha Türkiye’de kalacakları varsayılırsa, bu mevzuatsızlık yeni sorunlar yaratacak. Geçtiğimiz günlerde Balıkesir’in burhaniye kıyılarında ve Çeşme açıklarında batan teknelerde yaşamlarını yitirenlerin Suriye vatandaşı oldukları unutulmamalı. Türkiye’de çektikleri sefalet onları kaçakçıların elinde hayatlarını riske atmaya zorluyor. Bu durum, Türkiye-Bulgaristan sınırında olduğu gibi, diplomatik ilişkileri gerginleştiriyor, sınırlara duvarlar örülüyor.  Mevzuat boşluğu, STÖ’lerin çalışmalarını da hayli zorlaştırıyor. STÖ’lerin hangi alanlarda nasıl çalışacaklarına dair bir düzenleme yok. Yabancı uluslararası kuruluşların çalışma izni almalarının keyfi kararlara bağlı olduğuna dair yaygın bir kanaat var. Bu nedenle, izin alabilenler bile, oldukça sessiz, kapalı ve daha çok Suriye içine yönelik faaliyet gösteriyorlar.
Devlet krizin başından beri kampların yönetimini sıkı bir biçimde kendi tekeline aldı. Uluslararası kuruluşlara bile zaman içinde çok sınırlı bir faaliyet alanı tanıdı. Kampların imkânları, gezdirilen yabancı heyetleri etkiledi. “Beş Yıldızlı kamplar” kavramı birçok heyetin, günün sonundaki demeçlerine yansıdı.

İmkânlardan habersizler
Ama kamp dışı nüfusun hızla artması ve kamp nüfusunu geçmesi, yepyeni bir durum yarattı. Devletin, “beş yıldızlı kamplar” efsanesi, kent ve kırsaldaki mültecilerin zor durumları karşısında yıkılma tehdidiyle karşı karşıya.
Bu krizin başından beri, tüm ilişkilerini devlete odaklayan UNHCR ve diğer Uluslararası kuruluşlar da yeni durumu görmezlikten geliyorlar. Şanlı Urfa, Gaziantep ve Kilis’te görüştüğümüz STÖ yetkilileri UNHCR’ın varlığından habersizler. Sadece, Gaziantep Mazlum Der Şubesi, bir kez UNHCR yetkilisinin, istatistiki bilgi almak için ofislerine uğradığını söyledi. UNHCR’ın, kayıt, anket gibi bir işlevi bulunmuyor. UNHCR’ın Türkiye Ofisi’nin kamp dışındakilere ilgisizliği, yine kendi yaptığı yeni bir çalışmaya da yansıdı. Yakın zamanda sonuçları açıklanan ve BM Mülteciler Yüksek Komiser Yardımcısı Janet Lim’in talimatıyla yapılan araştırma örgütün sadece Lübnan, Ürdün ve Kuzey Irak’taki kamp dışı operasyonlarını mercek altına alıyor. Türkiye operasyonu bu çalışmada yok çünkü böyle bir operayondan bahsetmek zor.
Gerek devlet gerekse uluslararası kuruluşlar tarafından görmezden gelinme, sorunun boyutları, sorunların büyüklüğü, hizmetlerdeki eksiklikler gibi konuların bilinmemesine, duyulmamasına yol açıyor.
Konuştuğumuz mültecilerin çoğu, kentlerde kendilerine sunulan imkanlardan habersizler. Bilgi onlara, gönüllü kişilerin çabasıyla ulaştırılıyor ve kulaktan kulağa yayılıyor. Valiliklerin, belediyelerin, STÖ’lerin yerel olarak sağladıkları hizmetlerin medya ve diğer iletişim araçlarıyla, kent ve kırsal bölgelere yayılmış insanlara duyurulması acil bir ihtiyaç.

Kutuplaşmanın parametreleri
Türk hükümetinin, Nisan 2011’den itibaren izlediği açık kapı politikasının, bir iç siyaset gereği değil, ülkenin uluslararası bir yükümlülüğü gereği olduğunu kendi kamuoyuna yeterince anlatamadığı aşikar. Dolayısıyla kamuoyu “bu insanları neden alıyoruz” sorusuna, mevcut siyasi kutuplaşmanın parametreleri içinde yanıt veriyor. STÖ’ler olarak en azından ziyaret ettiğimiz üç ilde, kamp dışındaki mültecilerin acil ihtiyaçlarının daha çok inanca dayalı. Hatta bu kuruluşların genel merkezleri de daha çok Suriye’deki insanlara yardım sağlanmasına öncelik veriyorlar. Kamp dışındakilerin yaralarını sarmaya çalışanlar, bu kuruluşların, büyük bir hayır işleme çabasındaki yerel yöneticileri.
Türkiye’nin batı kesimlerinde, özellikle üç büyük kentteki nisbeten güçlü STÖ’ler, kadın kuruluşları, barolar, çocuk STÖ’leri, meslek kuruluşları, işveren temsilcilikleri, medya bu insanlar için mobilize değiller. Birinci Dünya Savaşı sonunda Milletler Cemiye’tini harekete geçiren Avrupa’daki Rus mültecilerin vahim durumuna benzer koşullarda yarım milyon mültecinin yaşadığı 2013’ün Türkiyesinde, sorunun görmezlikten gelinmesi, ancak bu insani konunun siyasallaştırılmış olmasıyla ifade edilebilir.  Hükümetin Suriye genel politikasının dışında bu insani kriz, herkes tarafından insani ve siyaset dışı bir biçimde ele alınmalıdır.   

Yabancılardan korkmayın
Devletin kitle göçlerinde herşeyi kendisinin yapma isteği, kentli mülteciler  sorunu ortaya çıkınca,  pek birşey yapamamaya dönüşüyor. Bu durumda uluslararası kuruluşlara karşı geleneksel  olumsuz tavırlar da daha çok görünür oluyor.

STÖ’ler yetmiyo
Mevcut üç ilde ve Türkiye genelinde bu krizde rol oynayan ulusal STÖ’lerin daha çok bireysel çabalarıyla yara sardıkları gözleniyor. Çoğu STÖ’nün, bir genel stratejisinin, bir planının bulunmadığı görülüyor. Ziyaretlerimizde ulusal STÖ’lerin mülteci krizlerinde uygulanacak yöntemler konusunda eğitim almış kadrolarının olmadığını tesbit ettik. Tüm başarılar, birkaç yönetici ve az sayıda gönüllünün çabası ile gerçekleşiyor.
Mültecilerin özel sorunları, kadın, yaşlı, engelli ve çocuk mültedilerin bu sıfatları nedeniyle karşılaştıkları sorunlar, sınır dışı edilme, ayrımcılık, diğer hukuki haklar gibi konular, psikolojik problemler Türkiye’deki uzman STÖ’lerin el atması gereken ama el atılmamış konular. Ağırlıklı olarak barınma, gıda ve giysi gibi en acil sorunlar üzerinde yoğunlaşılmış durumda.
Oldukça utangaç faaliyet gösteren uluslararası birkaç STÖ’nün de kendi verilerine yansıyan, “hizmetlerden yararlananlar”ın sayısı, problemin boyutları karşısında onların da ne kadar yetersiz olduğunu gösteriyor.
Türkiye’deki STÖ’ler, birbirlerinden ilkesel olarak ayrıştıklarından, faaliyetlerini birbirlerinden habersiz yürütüyorlar. Bilgi paylaşımı, kaynakları biraraya getirme gibi konularda büyük bir koordinasyon eksikliği mevcut.
Bu koşullar altında, büyük bireysel çabalarla gerçekleştiren sivil toplum insani yardım çabalarının önündeki engellerin bir an önce kaldırılması, konunun tamamen siyaset dışı ve insani olarak ele alınması, tüm Türkiye’nin sayıları milyona yaklaşan ve muhtemelen önümüzdeki 3-5 yıl daha Türkiye’de yaşayacak olan bu insanlara bu ülkenin zenginlikleriyle doğru oranda yardım eli uzatılması acil bir sorumluluk olarak önümüzde duruyor.

 

Çalışma izni olan global STÖ’ler şunlar:
-  Danimarka Mülteci Konseyi, (Danish Refugee Council)
-  International Medical Corps (IMC)
-  Mercy Corps
-  GOAL
-  Internatıonal Rescue Committee (IRC)
-  CARE (Cooperative for Assistanbce and Relief Everywhere)
-  Concern Worldwide
-  Medical Emergency Relief International (MERLIN),
-  Deutsche Welth Hungerhilfe
-  Seve the Children International
-  Kasım 2013 - TC Dışişleri Bakanlığı Sitesi

 
 

Tarih: 28/09/2014

Kapat

IBC FAALİYETLERİNDE ARAMA YAPIN